Kitapları yalnız okumaktan sıkıldığımı ve kitap kulüplerine üye olduğumu daha önce söylemiştim. En merakla beklediğim kitap kulübünün ilk kitabı İtalyan yazar Veronica Raimo’nun Yalan Dolan kitabıydı. Bir büyük hevesle kitabı aldım okumaya başladım.

Yazar benimle yaşıttı ve bu bir kadının büyüme, ataerkil bir dünyada varolma hikayesiydi. Hem özyaşam öyküsü hem de kurmaca bir aradaydı. Kitabın neresi gerçek neresi kurgu onu tam bilemiyorum. Yazar onu tam da bilelim istememiş gibiydi. Ama eğer anlatılanların çoğu gerçekse yazar gerçekten de kitabın girişinde söylediğini gerçekleştiriyordu:

Bir aileden bir yazar çıkarsa, o aile bitmiş demektir.

Kitabı okurken ne Proust kadar çok çok ayrıntılı ve edebi (!) bir anı anlatımı ne de Annie Ernaux gibi yoğun bir iç sıkıntısı görüyorsunuz. Bilakis çok mizahi bir dille anılarını şu anki hatırladığı haliyle belli bir kronolojik sıralama yapmadan neredeyse karman çorman anlatıyor. Açıkçası bu sebeplerden dolayı kitap boyunca okumayı bırakıp bırakmamakta kararsız kaldım. Çünkü hiç tarzım değildi. Ama yine de bu karmaşa içinde anlatıcının insanı yakaladığı bir şeyler vardı: Belki İtalyan aile hayatının bizimle olan benzerlikleri, belki aynı jenerasyondan bir kadın olarak yaşamsal benzerlikler… Yakaladığı yer ne olursa olsun anıların yaşandığı sıradaki haliyle gelecekten dönüp baktığımızda yeniden kuruluşuyla dönüştüğü hali çok iyi anlatıyordu.

…Ama insan anılarındaki bir kişi ya da olayla nasıl barışabilir ki? Eğer anılar oluşurken değişime zorlandıysa?

“Anılarımızdan başka her şeyimizi elimizden alabilirler.” derler. İyi de mümkün olsa bile böyle bir gasp kim ne yapsın?

Anılarımızın çoğu biz farkına varmadan terk eder belleğimizi; geri kalanları biz yeniden doldururuz, çevreye saçarız, şevkle abartırız, kapı kapı dolaşan seyyar satıcılar gibi methederiz, hikayemize kulak verecek birini ararız. İndirimli yarı fiyatına.

Kitapta en çok yer tutan karakter; anlatıcının “bildiği tek ahlaki ilke kendi endişesi” diyerek tanımladığı kontrol düşkünü annesi. Annesi, kızını olur olmaz her yerden telefonla arayıp ulaşabildiği için bir yerden sonra arkadaşlarıyla birlikte onu “Francesca telefonda” diyerek kodluyorlar. Tüm çocuklar gibi anneyle olan her şey çok fazla, çok yoğun, çok ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Okuyan herkes de anında empati yapıyor, aa sanki benim annemi anlatıyor. (Bunu da kitap kulübünde görüyoruz. Aman Allahım kulüp bir yerden sonra kontrol manyağı annelerin büyüttüğü kız çocukları kulübüne dönüşüyor. İşin ilginç yanı tüm kız çocukları annelerini anlatmakta çok mahir, çok istekli. Peki ya erkek figürler?..) Hem kitaptaki anlatıcı hem de kulüpteki kadınlar baba konusuna, hatta ensest boyuta varan bir yakınlık kurduğu dede konusuna girmiyor. Kitabı okurken en çok takıldığım şey; ataerkillikten bu kadar yakınan bir figürün dede ve baba konularında daha ketum davranması, hatta Francesca’yı (yazarın ya da anlatıcının, artık her neyse, annesi) bu kadar enine boyuna anlatırken dede ve babasını bence es geçmesi. Babasının bir sevgilisi olduğunu, kendisinin belli bir yaşa kadar dedesiyle aynı yatakta yattığını anlatıyor ama bunları bizim sakince normal karşılamamızı ister gibi ifade ediyor. Çok yakın arkadaşı Cecilia ile arkadaşlığının bitmesi de dahil olmak üzere gerçekte çok da anlatmak istemediği konuları çok becerikli bir şekilde lafa boğmayı biliyor yazar. Bu sırada da anksiyete bombası anne tabi ki çok işe yarıyor.

Kitap çok akıcı ve bir anda bitiyor. Ne güzel bir kitapmış diyerek kapatıyorum son sayfayı. Komik gibi ama değil. Kederli aslında. Ya da şöyle söyleyeyim; bazı şarkılar vardır dans ettirir ama sözleri çok kederlidir, hem içinden hareket isteği gelir hem de oturup derin derin düşünmek.. Kitap işte bu tatta. Yazarı bu anlatım tarzıyla -ilk başta önyargılı olsam da- çok başarılı buluyorum sonunda.

Kitap Medusa Yayınevinden çıkmış. Yayınevinin kurucusu bir kadın ve yalnızca kadın yazarların eserlerini yayınlama hedefiyle yola çıkmışlar. Bu da ayrıca güzel.

Kitabın bende kalan en önemli cümlesi de “En kötüsü başarısızlık değil, kararsızlık, belirsizliktir.” oldu.

Arz ederim efendim. (Yazı, iş yerinde resmi yazılar paralelinde yazılmıştır.)

Bu kitapla ilgili hangi şarkıları dinleyebilirim ki? Sözleri dertli kendisi eğlenceli Serdar Ortaç şarkıları geliyor hemen aklıma. :)

Son olarak kitap kulübünde, diğer okuyucular söz alıp da annelerinin anksiyete anılarını anlatmaya başladıklarında üst düzey sıkıldım, sinirlendim hatta. Kitapla ilgili konuşmak istediklerim içimde kaldı, böyle olmamalıydı. Kadınlarımızın bu konuşma ihtiyacı neden giderilemiyor? Neden her şey ana fikirden uzaklaştırılıp tekrar geri dönülemeyecek bir dallanıp budaklanmaya gidiyor? Bir daha bu kulübe katılacağımı sanmıyorum. Büyük bir hayal kırıklığıydı. Ki en popüler ve en pahalı kulüptü bu. :))

Yorum bırakın