Montano Hastalığı

Haziran ortasından ağustos sonuna kadarki yaz tatilimde üzerime gelen -umarım hiç gitmez- kitap okuma atağıyla on tane kitap okudum. Aslında on kitap okumak gibi bir hedefim yoktu.

Okuduğum kitaplardan biri ve belki de en doyurucu olanı Montano Hastalığı oldu. Daha önce Enrique Vila-Matas okumuş ama sevmemiştim. Çok zaman geçtiği için neden sevmediğimi hatırlamıyorum, sanırım çok yüzeysel gelmişti kitap; Portatif Edebiyatın Kısaltılmış Tarihi.

Vila-Matas’ın yıllardır en çok karşıma çıkan kitabı olan Montano Hastalığı’nı uzun zamandır bekletiyordum. Bu yaz tatilini bu güzel kitabı okuduğum için de ayrıca verimli geçmiş sayıyorum.

Edebiyat hastalığı olarak kısaca adlandıracağımız Montano Hastalığı’na tutulan, artık yazamayan bir yazarı okuyoruz kitapta. Uzun uzun anlattığı şeyleri bir an geliyor uydurduğunu söylüyor. Bir oğlu var, adı Montano. Bu oğul bir an geliyor ve yazı yazamaz oluyor. Yazar bunu da Montano Hastalığı olarak adlandırıyor. İlerleyen sayfalarda aslında Montano adında bir oğlunun olmadığını söylüyor. Yazamama hastalığına da kahramanın aslında kendisinin tutulduğunu anlıyoruz. Hayatının aşkı ve yakın bir dostuyla (ki bir yerde bunların da aslında varolmadığını söylüyor kahramanımız) çeşitli şehirlerde vakit geçirerek yazamama hastalığına bir açıklama, bir ortak bulmaya çalışıyor. Kısaca şu şekilde ifade ediyor hastalığını:

Kimse edebiyattan başka bir şeyle ilgilenmiyormuş gibi davranan Borges gibi olmayi bıraktım.

Kitapta kahramanımız derdini anlatmaya çalışırken kendisiyle aynı derde düşmüş yazarları da işin içine katıyor. Bu sayede kitap iyice güzelleşiyor. Vila-Matas en sevdiğim yazarları seçtiği için bundan sonrası için büyük bir torpili de hak ediyor: Sebald, Walser, Cheever, Pessoa, Borges gibi. Sırf bu yüzden bile bu kitabı çok sevecektim. Vila-Matas’la ilgili düşüncem hızlıca değişecekti. Hiçbir zaman bir yazarı ilk okuduğumuz rastgele bir kitapla bırakmamak gerek. Çünkü yazarlar ve yemekler her zaman ikinci bir şansı hak eder. (Burada hemen aklıma Marias’ın Yazınsal Yaşamlar kitabı geliyor. İlk okuduğum kitabıydı ve çok zevksizdi. )

Kitabın en iyi paragrafı da benim için şuydu:

Kötülük nedir bilmeyen fazla iyi kalpli insanlardan nefret ediyorum. Kötülük nedir bilmedikleri, kimse onlara bu imkanı vermediği için iyiliği de kendi arzularıyla seçmiyorlar, bu tarz insanların en büyük kötülükleri yapmaya muktedir olduğunu düşünmüşümdür her zaman.